İlluminANTİ

Buz Adam Ötzi

 

1991 yılında, Helmut ve Erika Simon isimli iki Alman turist, Alp dağlarının İtalya-Avusturya sınırında bir dağ yürüyüşü yapmak için yola çıkarlar. Tisenjoch bölgesindeki son zirveden geriye kestirme bir yoldan dönmek isterler ve buzları erimekte olan bir dere yatağının yanından geçerken gözlerine kahverengi bir leke takılır.

Buz Adam Ötzi, bilim sayesinde bize 5300 yıl geriden bir hikaye anlatıyor.

Başta bu lekenin daha önceki tırmanıcıların bıraktığı bir çöp olduğunu düşünürler, ancak yaklaştıkça aslında buldukları şeyin bir insan cesedi olduğunu farkedeceklerdir.  İzleyen günlerde bir jandarma ve dağ bekçisinden oluşan kurtarma ekibi,  bu cesedi buzdan çıkarmaya çalışır. Bulunan cesedin ne kadar özel olduğunun henüz kimse farkında değildir, herkes buzlar arasında sıkışmış bu eksiksiz insan bedeninin birkaç yıl önce bögede kaybolan dağcılardan biri olduğunu düşünmektedir. Ceset kısmen buzulun içine sıkışmış olduğundan, kurtarma ekibi havalı matkap ve benzer cihazlarla cesedin dışarıdaki kısmı ve etrafını sıkıştıran buza girişirler. Kaba kuvvet sayesinde buzdan kurtulan ama bu sırada da sol kalçası epey zedelenen bu talihsiz kazazede Innsburck yakınlarındaki bir morga götürülür. Ertesi gün, bu kazazedenin kimliğini belirlemek için otopsi yapmaya gelen tıbbi ekip bu karşılarındakinin pek de alışıldık bir ceset olmadığını fark eder. Alp dağlarının Ötztal bölgesinde bulunduğu için Ötzi adı verilen bu ceset, incelenmek üzere Zürih’e gönderilir. Yapılan detaylı inceleme ve çekilen çeşitli röntgenler sayesinde M.Ö. 3300 yılından gelen Buz Adam Ötzi‘nin 20. Yüzyıl macerası başlar.

Ötzi, ilk bulunduğu yerde, buzdan çıkarılmayı beklerken.

Ötzi, 5300 yıllık yaşı ile bulunan en eski mumyalardan biri olmasının yanısıra, mumyalaşma şekli açısıdan da oldukça farklılık gösteriyor. Mısır firavunları ve diğer kültürlere ait, ritüel amaçlı mumyalanmış cesetlerin çoğunda iç organları bozulmayı engellemek için bedenden çıkarılıyor ve ölünün bedenine  mumyalandırmayı hızlandırmak için doku içindeki sıvıyı uzaklaştıracak çeşitli kimyasal maddeler veriliyor. Bu işlem,  hücrelerin su kaybetmesine neden olduğu için, bu tip mumyalara ‘kuru mumya‘ deniyor. Oysa Ötzi, bütün olarak, üzerinde günlük kıyafetleri, iç organları hatta midesindeki besin artıkları ile buzlar arasında mumyalaşmış. Böylelikle, bize Bronz Çağı Avrupası’ndaki insanlarının neler giydikleri, nelerle beslendikleri, genetik yapıları, ne gibi aletleri kullandıklarına ilişkin çok kıymetli bilgiler veriyor.

Yaş tayinlerine göre, Ötzi öldüğünde 45 yaşlarındaymış. Boyu 165 cm, ağırlığı 13 kg. Yaşarkenki kilosunun 50 kg civarında olduğu sanılıyor. Öldüğünde üzerinde farklı hayvan derilerinden yapılmış bir pantolon ve bir ceket varmış. Bunların üzerine, otlardan dokunmuş bir pelerin giyiyormuş, kafasında da ayı kürkünden bir şapka varmış. Ayağında karda yürümeye uygun, geniş tabanlı su geçirmez ayakkabılar olan Ötzi, belindeki kesede  ve yanındaki sepetlerde de ihtiyacı olabilecek ufak tefek aletler, matkap görevi görecek bir alet, çakmaktaşı, kurutulmuş mantar ve böğürtlenler taşıyormuş.

 

Tıbbi dedektifler iş başında!

Bulunan kafatası kemikleri ve diğer veriler ışığında, Ötzi'nin hayattayken nasıl göründüğü sanatçılar tarafından yeniden canlandırıldı. (Kaynak: South Tyrol Arkeoloji Müzesi)

Araştırmacılar, Ötzi’nin yanında  bir yay, 14 ok, bir bıçak ve bakır bir balta taşıdığını tespit ettiler. Ancak Ötzi bu yanındaki silahlara rağmen kendini koruyamamış ve görünüşe göre cinayete kurban gitmiş. İlk bulunduğunda donarak öldüğü varsayılmasına rağmen, 2001  yılında yapılan detaylı röntgen incelemelerinde, sol omzunun içinde, hayati damarlardan birine saplanmış bir ok bulunması  ve vücudunun muhtelif yerlerinde çürükler ve kesikler saptanması sonucu, bilim insanları Ötzi’nin bir cinayete kurban gittiği konusunda hemfikir.

Ötzi’nin mide içeriğini inceleyen uzmanlar, ölmeden hemen önce geyik, dağ keçisi ve çeşitli tahıllar yediğini tespit ettiler. Bu bulgular, Ötzi’nin sinsice bir baskın sonucu öldürüldüğünü düşündürüyor. Zira uzmanlar, aktif olarak düşmanlarından kaçan birinin mükellef bir sofra kurup, uzun uzun yemek yemeyeceği görüşünde. Buz adamın son yemeğinin çeşitliği, onu öldüren düşmanların belki de o yemek üstüne ateş karşısında tembellik ederken sinsice arkasından saldırdıklarını gösteriyor.

 

Bağırsak parazitleri, zehirli mantarlar ve dövmeler

Ötzi’nin otopsisi, bizlere tarih öncesi çağlardan gelen bazı tıbbi uygulamalar hakkında da ipuçları veriyor. Barsaklarının incelenmesi sırasında oldukça sık rastlanan bir bağırsak paraziti olan bir tür kancalı kurt, Trichuris trichuria ile enfekte olduğu saptandı. Ancak bilim insanlarının esas ilgisini çeken şey, gene bağırsak içeriğinde, bilimsel adı Neckera complanata olan parazit öldürme özelliği olan bir tür ağaç yosunu bulunmuş olması. Bağırsakta bulunan yosun paketlerinin sayısı oldukça çok, bu nedenle Ötzi’nin yemeğini bilerek bu yosunlara sararak yemiş olduğu ve bu yolla barsaklarındaki parazitleri öldürerek kendisini tedavi etmeye çalıştığı sanılıyor.

Bir başka ilginç bulgu da Buz Adam’ın omurgası, bilekleri ve dizinin arkasındaki dövmeler. Önceleri bu dövmelerin dekoratif veya dini amaçlı olduğu düşünülmüş. Ancak otopsilerde, bu bölgelerin içinde de kemik erimesi bulguları saptanınca, dövmelerin tıbbi amaçlı olduğu ve bu bögelerdeki kemik ağrılarını azaltacağı umuduyla yapıldığı görüşü güçlenmiş durumda.

 

Genlerin söyledikleri

Buz adam bulunalı 20 yıldan uzun bir zaman oldu. Bu süreçte tıp ve teknoloji ilerlerken, Ötzi’nin bize anlattıkları da bu ilerlemelere paralel olarak artıyor. Son yıllarda yükselişe geçen genetik bilimi, bu ünlü mumyaya da el attı ve 2008 yılında, pelvis kemiğinden örnek alan araştırmacılar, Ötzi’nin genomunun %96′sını haritaladılar. Ayrıca mitokondrilerinden alınan DNA zincirlerinin de tamamı incelendi ve detaylı analiz sonuçları geçtiğimiz ay bilim dünyasına sunuldu.

Analiz sonuçları Ötzi’nin saç renginden hastalıklarına kadar çok çeşitli alanlarda bilgiler veriyor. Artık Ötzi’nin bulunduğu bölge halkıyla genetik yapısının pek benzeşmediği, muhtemelen genetik olarak İtalya veya çevresindeki gen havuzundan çok Sardunya ve Korsika adaları, hatta Orta Doğu gen havuzlarına daha yakın olduğunu biliyoruz.

Yakın-Doğu ve Akdeniz genetik mirasına sahip olan bu 5300 yıllık mumyanın  saç ve gözlerinin kahverengi olduğunu, ve laktoz intoleransı nedeniyle süt ürünleri ile arasının pek iyi olmadığını öğrendik. Bronz Çağı’nda yaşayan toplumlarda, laktoz intoleransı oranının bugüne oranla daha yüksek olduğu sanılıyor. Nedeni ise hayvancılığa daha yeni geçilmiş olması ve yetişkinlerin süt ürünlerini henüz çok yaygın olarak kullanmaması.

Ötzi, yapılan gen analizi sonucunda kayda geçmiş ilk Lyme hastası unvanını aldı.

Ötzi’nin genleri, bize kalp ve damar hastalığına karşı genetik yatkınlığı olduğunu da söylüyor. Otopsi sonucunda damarlarının içinde kolesterol birikim odaklarının bulunmuş olması da bu verileri destekler nitelikte. Bu bulgu, kalp ve damar hastalıklarının kökenindeki genetik yatkınlığın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor, çünkü Ötzi’nin kalp ve damar hastalıklarına ilişkin çevresel faktörlerden hemen hiçbirine sahip olmadığını biliyoruz: şişman değildi, oldukça hareketli bir yaşam sürüyordu ve işlenmiş besinler tüketmiyordu.

Son bulgulara göre, genomunda kenelerden geçen Lyme hastalığı etkeni olan Borrelia bakterisine ait genlerin saptanması, Ötzi’ye tarihte bilinen ilk Lyme hastalığı vakası unvanını da vermiş durumda.

Bakalım ilerleyen teknoloji sayesinde, Ötzi önümüzdeki yıllarda bizlere daha neler anlatacak?

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol